23 Şubat 2012 Perşembe

Ne Zaman Gitti Tren

İnsanın,hayatında gerçek bir iç hesaplaşma içerisine girdiği bazı anlar vardır.Bu anlar genelde çok büyük yıkımların ardından ya da yeni başlangıçların öncesinde gelir.Uzun süredir aklınıza gelmeyen dostlarınızı veya çoktan tozlu raflara bıraktığınız anılarınızı hatırlarsınız birdenbire.

Enis Batur'un ''Yeryüzü Cehennemi'' adlı bir kitabı vardır.Kitabın bir bölümünde Batur bizimle bir fotoğraf paylaşır.Yazarın kendi hayatından bir kesittir bu fotoğraf.Toplu çekilmiş bu okul fotoğrafında yazar adını bile anımsamadığı bir çocuk üzerine düşünür.
Bizi bunları düşünmeye iten neden yaşlandıkça anılarımıza daha sıkı sarılmamız olabilir mi ? Belki...
Bir gün,doğup büyüdüğüm kasabada,yanıma benim yaşlarımda birisi geldi ve ''beni tanıdın mı?'' diye sordu.''tabi ki..''dedim ama aslında onu hatırlamamıştım.Kendimden utandım.Hatırlamak güzel bir şeydir çünkü.Hatırlanmak da öyle...
Acaba hayatımın hangi dönemine denk düşmüştü o adam? Çocukken camiden erik kopardığımız ekipten olabilir miydi? Belki de babamın dükkanının önünde birlikte oralet içtiğimiz tamirci çocuklardan birisiydi.O her kim idiyse artık benim için bir ''hiç'' olmuştu.Sonra düşündüm..Acaba ben kimler için bir ''hiçe'' dönüştüm? Bunların arasında benim önemsediğim insanlar var mıydı?
Bir başkasının hiç önemsemediği bir şey,sizin için çok önemli olabilir.Bazen bir küçük dokunuş,ağızdan kaçan bir çift söz,gördüğünüz anlık bir görüntü sizin tüm hayatınıza etki edebilir.Ben ise bunu bilinçli yaparım.Mesela çok iyi hatırlıyorum,liseden mezun olmadan az evvel,sürekli koridorun aşağısında bulunan panoya bakardım.Zihnimde o panonun fotoğrafını çekmiştim.Şimdi bile net hatırlarım o panoyu.Tıpkı o panoyu hatırladığım gibi bana söylenmiş,sizlerin tahmin bile edemeyeceği,önemsizmiş gibi görünen bir sözü en küçük ayrıntısına kadar hatırlayabilirim.Bu sanılanın aksine de pek iyi bir şey değil bu arada.
Bir de ''Yurttaş Kane'' filmindekine benzer,çoktan unuttuğumuzu sandığımız ama aslında bilinçaltımıza işlenmiş ''rosebud'' lar vardır.Bu tip hatıralar en değerli olanlardır çünkü diğer toplam anıların arasından süzüle süzüle gelip ömrünüzün sonuna kadar bizi takip ederler.Bunlar insan ruhunun aromasını oluştururlar.
Hayatınıza yön vermiş bazı kitaplar vardır.Benim ilk aklıma gelenler Salinger'in ''gönülçelen'i ileSteinbeck'in ''gazap üzümleri ''dir mesela.Bunlara son olarak ünlü italyan aktör ''Marcello Mastroianni'' nin anılarını yazdığı ''Hatırlıyorum'' kitabı eklendi.Kendisi daha çok Fellini filmleriyle ün yapmış olsa da,dünyanın çeşitli yerlerinde filmlerde oynamış bir gezgin oyuncu aslında.Kitabı okurken bilge,tevazu sahibi ve son derece naif bir adamı tanıma fırsatını yakalıyorsunuz.Yaşanmışlığın getirdiği bilgelik benim hayatta en fazla saygı duyduğum şey.Marcello'da da bu fazlasıyla mevcut.
Düşünün bir kere;Fellini gibi bir yönetmenin fetiş aktörü oluyorsunuz,Sophia Loren,Claudia Cardinale gibi dünyanın en güzel kadınlarıyla filmler çeviriyorsunuz,sayısız dünya ülkesini geziyorsunuz daha sonra sanki hayatınızda bunlar hiç yokmuş gibi ''nohut çorbasının tadını ve kokusunu çok iyi hatırlıyorum'' benzeri cümleleri anı kitabınızın içerisine koyabiliyorsunuz.
Pek çoklarının hoşuna gidebilecek ''çekici italyan erkek'' prototipinin avantajlarını elinin tersiyle itmesi,gizemli bir kadının,trende ona küçük bir öpücük kondurmasını hayatının en önemli hikayesi olarak sunması bile onun ne kadar alçak gönüllü ve yüksek duyguların insanı olduğunun bir kanıtı aslında.Tıpkı ''La dolce vita'' filminde tüm o şaşaanın ardında saflığı ve temizliği arayan ve onu deniz kenarında gördüğü genç bir kızla özdeşleştiren Marcello gibi. 
Şimdi buradan hareketle ben de  biraz ''hatırlıyorum'' dediğim o anlardan bahsetmek istiyorum:

Beytepe kampüsünde sabahladığımız bahar şenliklerini...Antalya sahillerinde beraber ''istanbuldan üsküdara yol gider'' türküsünü söyleyen sarhoşları,ben daha sinemaya ilgi duymazken bana ''otomatik portakal'' filmini öneren üniversiteli abiyi,mersin'de daha önce tanışmadığım ama birlikte dolu bir akşam geçirdiğimiz eğlenceli topluluğu,feleğin sillesini yemiş dedemlerin alt kat komşusu dansöz kadını,tüm aile (kedimiz dahil) pazarları arabayla fırına gitmemizi,gazoz kapağı kutumu,ankarada arkadaşlarla ''orta dünya'' buluşmalarımı,ankara da sokaklarda kaldığım günleri,kuğuluda tek başıma kafa dinlemelerimi,sakarya inn cafe'de arkadaşlarla içilen vişne votkaları,bembeyaz tenli,mavi gözlü o çerkez kızını,babamı kaybettiğim an yaşadığım şoku,akrabalarla sahura kadar devam eden okey partilerini,galatasaray'ın uefa kupasını aldığı anda yaşadığım coşkuyu,adını kumsallara yazdığım slovak kızı,otelde çalışırken tanıdığım şendul turist kadınları,ingilizlerle izlediğim futbol maçlarını,beni hayal kırıklığına düşüren eski dostları,Aldığı roll dergileriyle beni Dylan ve Cohen'le tanıştıran o genç adamı,kaçak olarak girdiğim beach partilerini  ..hepsini ve daha nicesini bugün yaşamış gibi hatırlıyorum...









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder