3 Aralık 2011 Cumartesi

One Flew Over the Cuckoo's Nest (1975)



Türkiye'de Guguk Kuşu adıyla bilinen film beat kuşağının önemli temsilcilerinden Ken Kesey'in 1962 yılında çıkan,klasikleşmiş aynı isimli romanın bir uyarlaması aslında.Hem romanı izleyen hem de filmi izleyen kesim her ne kadar romanın daha başarılı olduğunu söyleseler de (hep öyle değil midir zaten),karşımızda imdb en iyi film top list sıralamasında ilk ondaki yerini sürekli koruyan ve akademinin 5 oscar heykeli ile ödüllendirdiği bir başyapıt var.
Filmin yönetmeni sevenlerinin 'Hair' filmiyle de hatırlayacağı Milas Forman.Oldukça ünlü bir çok ismin yer aldığı filmin başlıca rollerinde ise Jack Nicholson (en sevdiğim beş aktörden biri) ve Louise Fletcher bulunmakta.
Film Jack Nicholson tarafından canlandırılan McMurphy adlı karakterin etrafında dönüyor.McMurphy işlediği çeşitli suçlardan (reşit olmayan kızlarla cinsi münasebet gibi) yırtmak için 'deli' rolüne bürünmeyi seçen aykırı ve bir o kadar da arıza bir karakter aslında.Hayattan zevk almayı düstur edinmiş bu adama yanlış bir adam olduğunu bildiğimiz halde daha ilk dakikadan itibaren sempati ile bakıyoruz çünkü bu adam sistemin kendisine dayatmış olduğu genel ahlak kurallarını hiçe sayan ve içimizdeki anarşist ruhu ortaya döken ve tabi doğal olarak çok da eğlenceli birisi.
Bu aykırı adam kendisini bir şekilde akıl hastanesine attırmayı beceriyor ve filmimiz de tam burada başlıyor.Dünyanın küçük küçük bir çok sistemin birleşimiyle oluştuğunu var sayarsak (mühendis kafası böyle der) ,akıl hastanesi de kendi içinde bir sistemdir aslında.McMurphy ise bu sistemin dışında kalması gereken birisidir.
Filme dönecek olursak;McMurphy kısa sürede akıl hastanesindeki ortama alışmada bir güçlük çekmez.Oradaki hastalarla hemen kaynaşır.Her birisi nevi şahsına münhasır olan bu hastalar pek de eğlencelidir.
McMurphy nasıl akıl hastanesinde ayrıksı ve sistem dışı duruyorsa oradaki hastalarda dışarıdaki sistem karşısında öyle görünmektedirler aslında.Dışarısı kendi sistemine uymayanları 'deli' etiketiyle akıl hastanesine yolluyorken,bu filmde tam tersi bir durumda izlediğimiz McMurphy'i acaba hangi akıbet beklemektedir.
McMurphy akıl hastanesi dinlemez ve dışarıdaki hayatını burada da sürdürmeye karar verir.Delilere kumar oynatıp,paralarını almak gibi bir yığın aktivite onu hastanenin baş hemşiresi olan Louise Fletcher ile karşı karşıya getirir.Baş hemşire burada aslında tam olarak sisteme karşılık gelmektedir.Koyduğu yasaklarla ve otoritesiyle sistemin çalışması için elinden geleni de yapar.
Filmin bir yerinde McMurphy televizyonda beyzbol maçını izlemek istiyor.Baş hemşire ise saatin dolduğunu belirtip ona engel oluyor.Özgürlüklerin -kılıf uydurularak- nasıl kısıtlanabileceğini ve otoriteye karşı koyma konusundaki pısırıklığın insanı temel haklarından nasıl mahrum bıraktığını görme adına çok güzel bir sahne izliyoruz burada.Buna rağmen McMurphy kapalı televizyonun karşısında,tıpkı karşısında oyuncuları görüyormuşçasına maçı diğer delilere büyük bir coşkuyla anlatmaya başlar.Baş hemşirenin otoritesini sarsmaya yönelik bu hareket başarılı olur.Bazen küçük bir kıvılcımın bile çok kuvvetli olduğu sanılan sistemleri sarsabileceğini görmek adına izlenebilir bu kısım.
McMurphy delileri tekne turuna çıkarmak,onları yemek ve bir çok konuda isyana teşvik etmek ve hastaneye kadın atmak (yuh artık) gibi bir dizi provokatif eylem içerisinde bulunur.Tüm  bunların bedelini hem o hem de diğer hastalar ağır bir şekilde öderler filmin sonunda.
Film bize sistem karşısında bireyin önemsizliğini anlatmaktadır.Mesela hastane yönetiminin amacının hastaları iyileştirmek olmadığını,bunu görünürde sağlıyormuş gibi yapıp asıl amaçlarının insanları sisteme bir şekilde entegre etmeye çalıştıklarını görürüz.
Psikoloji biliminin bazen çok masumane bir şekilde kullanılmadığı (elektro şok ve frontal lobotomi gibi uygulamalar) da es geçilmemiş.
Baş karakterimizin hazin sonunun nedenine gelirsek; onun ne içerdeki sistemle ne de dışardaki sistemle uyumlu olamayışı onun sistem tarafından yok edilmesini gerektirir çünkü sistem kendisini bu şekilde korur.Diğer akıl hastalarına bakarsak onların her ne kadar dışarıdaki sistemle sorunları olsa da sonradan kendilerine kabul ettirilmiş olan diğer sistem karşısında seslerini çıkarmazlar ya da çıkaramazlar.
Sistem karşısında kaybetmek istemiyorsak öyle olmasak bile 'uysal koyun' gibi davranmamız gerektiğini de alt bir mesaj olarak alırız.
Filmin incelenmesi gereken,önemli rollerden birisi de konuşmayan,bilge kızılderili karakteri.Onu McMurphy den ayıran şey ise,McMurphy gibi mücadele etmek yerine susarak kendisini koruyor.En son çare olarak da doğa ya karışıp bize filmin umut unsuru olarak sunuluyor.
Foucault'un tezlerinin haklılığını ki Tezer Özlü'de olduğu üzere sizi bunalımlara sürüklemeyecekse, görmek adına da film izlenebilir.
İnsanları korkuyla zaptetmeyi amaçlayan,onları bir şekilde sistemin çarklarından birine dönüştüren,farklılıkların kati surette ezildiği bir dünyayı anlatıyor özde film.Size de tanıdık geldi mi burası ?

Sinefil Köşesi :


En Güzel An: McMurphy hastaneden kaçmak için kendince bir yol bulur.Musluğu yerinden sökecektir.Çok çabalar ama başaramaz.Kendisiyle alay eden diğer delilere dönerek: ''Siz delilerden hangisinin cesareti var? ben en azından denedim.'' der.

En Olmuş Yeri: Başta Jack Nicholson'unki olmak üzere hemen hemen tüm oyunculuklar çok iyi.Baş hemşire, soğuk nevale halleriyle o kadar iyi bir performans ortaya çiziyor ki sinema tarihinin en nefret edilen kadın karakterlerinden birisi oluyor gözümde.Deliler arasında da özellikle Mr Çizvik karakteri oldukça eğlenceli.

En Olmamış Yeri: Çok zorlayacak olursak,daha işlevsiz bir roldeki hemşire karakterini düşünüp niye oraya koymuşlar ki gibi bir soru aklımıza gelebilir.

En Sürprizi: Danny De Vito,Christopher Lloyd (Geleceğe dönüş serisinin çılgın profu) ve Vincent Schiavelli (Hayalet filminin metro sahnesinde görülen korkunç hayalet) gibi aktörleri hiç görmediğiniz kadar tıfıl hallerinde görebileceksiniz.
http://www.youtube.com/watch?v=NN1cCviBXmY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder