25 Aralık 2011 Pazar

Muhsin Bey (1987)

 “ağlamakla, inlemekle ömrüm geçip gidiyor/ devası yok, garip gönlüm günden güne, ah, eriyor/ feryadıma, efganıma kimse bir ses vermiyor/ devası yok, garip gönlüm günden güne, ah, eriyor” 


Sis bulutunun ardında hayli zarif bir kadın,billur sesiyle şarkısını mırıldanıyor.Sonra çalan bir saat bunun bir adamın rüyası olduğunu söylüyor bize.Yaşamak istediği hayatı, yalnızca rüyalarında yaşayabilen bir adamın hikayesi bu güzel sahne ile birlikte başlıyor...

Muhsin Bey filmi hem Türk Sineması için hem de benim için ayrıcalıklı bir yerde durur.Türk Sinemasının milat filmlerinden birisidir.Hemen hemen tüm eleştirmenlerin en iyi ilk on türk filmi içerisinde saydığı,çekildiği yıl Antalya da Altın Portakal ödülüne layık görülen,bugün bile hala yad edilen ve etkisi uzun süre üzerinizden geçmeyen eşsiz bir seyirliktir.
Muhsin Bey yani Muhsin Kanadıkırık soyadı gibi kanadıkırık birisidir.Esamesi okunmayan Kanadıkırık Organizasyon Şirketinin (ne kadar şirket denilebilirse artık ona) sahibidir.Sanat müziğini seven,çiçekleriyle konuşan,naif ve belki de kalan son İstanbul Beyefendilerinden bir tanesidir.Kendi halinde yaşayan ve hayatta hiç bir tutkusu kalmamış Muhsin Bey'in hayatı ,asker arkadaşı olan Bitli Salman'ın referansıyla Urfa'dan kalkıp gelmiş Ali Nazik ile tanışmasıyla değişiklik gösterir.Ali Nazik hayatta Muhsin Bey neyi ifade ediyorsa tam olarak onun karşıtı bir karakterdir.Muhsin Bey başta Ali Nazik'i kabul etmek istemese de kör vicdanına yenik düşerek (bunda Ali Nazik'in saf duruşu da etkilidir) onu evine kabul eder.Ali Nazik'in garsonluk yaptığı Urfa'dan İstanbullara geliş amacı ise onun tabiriyle İbrahim (İbrahim Tatlıses) gibi şöhretli birisi olabilmektir.Ne var ki Muhsin Bey ona yardım edebilecek konumda değildir artık.Muhsin Beylerin devri -o her ne kadar kabul etmese de kapanmıştır çünkü İstanbul değişmiştir-her tarafı kebap kokuyordur ve insanlar da başkalaşmıştır.
Seksenler;tüm değerlerin tepetaklak olduğu,İstanbul gibi metropollerin yoğun göç aldığı,çarpık kentleşmenin başladığı,para kazanmak için her yolun mubah sayıldığı bir dönemdir.Bu öyle bir dönemdir ki bir yandan medya ve siyaset aracılığıyla yoğun tüketime dayanan  kapitalist bir yaşam pompalanırken bir yandan da buna tepki niyetine arabesk kültür aracılığı ile halka acı şırınga ettirilmektedir.
Filme dönecek olursak;Muhsin Beylerin bu hayatta kazanma şansları aslında pek yoktur çünkü artık oyunun kuralları değişmiştir ama yine de Muhsin Bey'in hayata karşı kaybedeceği kesin olan son bir maça çıkma isteği ağır basacaktır (son bir film çekmek isteyen aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni filminin haşmet asilkan karakterine benzer bu yönüyle).Önce kendisi bir şeyler yapmak ister bu uğurda ama beklenileceği üzere başarılı olamaz çünkü devir arabesk devridir fakat Muhsin Bey arabesk müziğe en az Fazıl Say kadar karşıdır.Ali Nazik'le en büyük çatışmayı da bu konuda yaşar zaten.Arabesk kültür topluma her anlamda nüfuz etmiştir ve Muhsin Beylerin yaşam alanı da bu sebeple gittikçe daralmaktadır.Muhsin Bey bir başka çare olarak eski hatırlı dostlarına başvurma yolunu seçer.Aslında bu Muhsin Bey için yapılması son derece zor bir şeydir çünkü böyle insanlar klişe tabir ile gururlarından başka kaybedecek bir şeyi olmayan kişilerdir ama Muhsin Bey o çocuk için bunu yapacaktır (eşkıya filminde Baran karakteri de 'çocuk' için gururunu bir yana bırakıp sevdiği kadından vazgeçebilmiştir).Özellikle bu sahneler ibretlik anlara sahiptir.Muhsin Bey sayesinde bir yerlere gelmiş,onun ile kan kardeşi olacak kadar kader birliği etmiş olan arkadaşları ona sırt çevirecektir.Muhsin Bey filmde ilk yarasını bu şekilde almış olur.(Başka bir Yavuz Turgul filmi olan Kabadayı filminde bu ikiyüzlü dostluk ilişkilerinin üzeri daha da kalın çizgilerle çizilecektir).




Muhsin Bey ile Ali Nazik arasındaki ilişki şimdilerde popüler tartışma konularından birisi aslında.Günümüzde Ali Nazikler 'göbeğini kaşıyan adam' olarak adlandırılırken,Muhsin Beylere biçilen paye ise halkı küçük gören,elit bir tabakaya mensup olmak.Seksenler yıkıcı ortamı bu filmi, haklı olarak Muhsin Beylerden taraf olma yoluna götürüyor fakat bunu yaparken rahatsızlık yaratmıyor ve didaktik olma yolunu seçmiyor(Abuzer Kadayıf filminin aksine).
Muhsin Bey her haliyle cumhuriyeti temsil eden bir karakter.Ali Nazik'e olan üstten bakışın altında onu 'adam' etme güdüsü yatmaktadır.Ali Nazik'in de kendisini geliştirmesi,doğruyu ve güzeli ayırt edebilmesi gerektiğini düşünür.Ona göre nota,solfej bilmeden müzik icra etmek veya kendi türkülerin dururken arabesk söylemek yanlış şeylerdir.Ali Nazik ise kolay yoldan para kazanmayı düşünen,gelişmeye kapalı,lümpen davranışları olan birisidir (tan gazetesi okuması ve kadınlara bakış açısı bunu doğrular niteliktedir).Onu çekilebilir kılan unsur ise en başta saf duruşunu koruyor olması ve sempatikliğidir.Bu iki karakterin film boyunca birbirini dönüştürdüğünü de görürüz.O yüzden Muhsin Bey asla yapamayacağı şeyleri bile yapar hale gelecektir.




Muhsin Bey, yardımcısı Osman Cavcı'nın (karakterlerin gerçek isimlerini kullanmaları filme ayrı bir samimiyet katmış) parasını kaybetmesi neticesinde başka yollara sapacaktır.O dönemler şöhret olmanın yolu ya televizyondan geçmektedir ya da şarkı yarışmalarından.Muhsin Bey,Ali Nazik'i yarışmaya sokacaktır.Yarışma ise yine dönemine uygun olarak -kazananın baştan belli olduğu,insanların umutlarını sömüren,para vermek dışında başvurmada başka kriterlerin aranmadığı bir yarışmadır.Yarışmaya katılan insanları ve zavallılıklarını görünce içiniz acır.Nitekim Ali Nazik bu yarışmadan da istediği sonucu alamayacaktır.İkilinin umutları gittikçe tükenmektedir.Hatta Ali Nazik memleketine bile uğurlanacaktır fakat Muhsin Bey bir kere bağlanmıştır Ali Nazik'e.Çatı sahnesinde beraber yürümeleriyle beraber aslında kaderleri de bir olmuştur artık.
Muhsin Bey için Ali Nazik'e veda etmek,umutlarına da veda etmesi demektir aslında.Sonra Ali Nazik'in aklına kendisine yakışır bir fikir gelecektir.Kendileri bir yarışma düzenleyeceklerdir.Muhsin Bey'in içine sinmeyecektir bu fikir ama burada o ödünü verecektir.Muhsin Bey kişiliğinden taviz vererek bu yarışmayı düzenler.Yine burada o gariban insanların ellerindeki son paraları vererek umut peşinde koşturmalarını seyrederiz (elleri titreyen,doğulu bir adam parasını verirken içimiz yine burkulur ve onun yine de Muhsin Bey olduğunu göstermek adına Muhsin Bey'in kendi cebinden  garibanlardan bazılarına para verdiğini görürüz).Fakat istedikleri parayı yine de toplayamazlar çünkü Muhsin Bey bazı prensiplerinden her şeye rağmen taviz vermemiştir.Mesela arabeskçileri yarışmaya dahil etmemiştir.Amaçlarına ulaşmak bir yana başları da yarışmadan dolayı beladadır artık.Muhsin Bey'in aksine Ali Nazik'te en ufak bir vicdana rastlamayız bu anlarda.Sonunda vicdanı dayanamayan Muhsin Bey ise bedel ödeme adına teslim olacaktır.Burada filmin bana göre ilk kısmı da tamamlanmış oluyor.








Muhsin Bey gibilerine her tarafta rastlayamayız çünkü bu kişilerin yaşaması için ortamlarının fazlaca steril olması gereklidir.Hassas duygulara sahip oldukları için çabukça kırılmaya müsait yapıları mevcuttur böyle kimselerin.
Muhsin Bey'in asıl mücadelesini verdiği şey de nefes alabilecekleri az sayıda kalmış olan bu steril ortamı muhafaza etmeye çalışmaktır.İstediği fazla bişey de değildir aslında.Yalnızca çiçekleriyle bile mutlu olabilen birisidir o nasıl olsa.Onu hayatta diğerlerinden ayıran en önemli şeylerden birisi de hırs sahibi olamayışıdır.Ali Nazik ile hayallerini paylaştığı sırada onun hayallerinin ne kadar basit şeyler olduğunu görürsünüz.Yeniden tesbih yapmak ve ziyaretine gittiği eski ses sanatçısı Afitap hanımı düşkünler evinden çıkarmak gibi...Oysa hayatta başarılı olmak için biraz hırs gereklidir.
Ezeli düşmanı,kendisi gibi müzik yapımcısı olan Şakir'e bile kin beslememiştir örneğin.Şakir ile olan ilişkisine benzer bir ilişkiyi yine Eşkıya filminde görebiliriz.Eşkıyada Baran karakteri ile Berfo arasına Muhsin Bey de olduğu gibi yine bir kadın girmiştir.Muhsin Bey kadınını aldığı için kendisine sonsuz nefret besleyen Şakir'e,o kadına elimi bile sürmedim der Şakir'in onca kötülüğünün ardından.Bu gerçeği en başta söyleyebilecekken söylemez çünkü o yüksek duyguların insanıdır.
Filmin atmosferi de bir gariptir.Eski İstanbul'u yaşarız o puslu görüntülerin ardındaki rum evlerinin arasında.Filmdeki doğan apartmanı ve içerisindeki karakterler sosyal yapının ne kadar değiştiği konusunda bize fikir verir.Apartmanda birbirinden renkli karakterler bulunur.Figüran Sönmez Yıkılmaz (namı değer Türk Rambo da filmde kendi ismi ile yer almakta),ev sahibesi Madam Agavni,haşarı ve çıkarcı bir velet ve pavyon kadını Sevda Hanım.Yavuz Turgul ilk başta bu apartmanda ''başarısız,beceriksiz komiklerin'' de olduğunu fakat daha sonra senaryoyu kısaltma adına bunlardan vazgeçtiğini ve fakat daha sonra sevdiği bu iki karakterin hikayelerini ayrı olarak film yaptığını ifade edecektir.(Turgul'un ''Gölge oyunu'' adlı filmi başarısız iki komik karakter arasında geçer.İşin ilginç tarafı bu hikaye yıllar sonra ''Hokkabaz'' adlı bir Cem Yılmaz filmine de ilham verecektir). 
Muhsin Bey'in kadınlar ile olan ilişkisi de sorunludur.Hiç evlenmemiştir.Filmin bir yerinde bunun sebebinin,elinde çiçekleriyle ziyaretine gittiği Afitap hanım olduğunu söyler.(Filmdeki Afitap hanım gerçekten de eski ve maalesef unutulmuş bir ses sanatçısıdır).Hayranı olduğu bir sanatçıya platonik aşkı yüzünden hiç evlenmemiş olan Muhsin Bey,komşusu Sevda hanıma tutkun birisidir.Fakat bunu bile dillendiremez.İsmini Sevda koyduğu çiçeği ile konuşur onun yerine.Sevda hanım'ı her yerde kollar fakat bunu dillendirmez yine,duyulmasını dahi istemez.Sevda Hanım;deli dolu,aklına geleni söyleyen bir karakterdir.Kendisinin de söylediği gibi Muhsin Bey yararlanmak istese,kolaylıkla yararlanabileceği türden birisidir fakat Muhsin Bey aşık olduğu bu kadına -gerçi filmdeki tüm kadınlara böyle- çok üstün varlıklarmış gibi davranır.(Yavuz Turgul kendisiyle yapılan bir söyleşisinde Muhsin Bey gibi birisinin,Sevda hanım gibi hayatta Muhsin Bey ile tek bir ortak noktası olmayan bir pavyon kadınının nasıl birbirine aşık olabileceğini izleyiciye açıklamak durumundaydım der ve Muhsin Bey'in o kadına aşık olmasının sebebi olarak düşkünler evinde ziyaretine gittiği 'Afitap' hanıma çok benzemesini bize açıklama olarak sunar.Şahsım adına filmi izlerken bu benzerlik durumunu göz ardı ettiğimizde dahi böyle bir aşkın mümkün olabileceğini düşünebildim).
Yavuz Turgul'un filmlerini izlediyseniz çatı sahnelerine de aşinasınız demektir.Ben çatı sahnelerine bayılırım ve bu filmde de bolca çatı sahnesi mevcut.İstanbul'un o kendine has dokusunu bize panaromik olarak izleme fırsatı tanıyor Turgul böylelikle.
(1977 yapımı ,başrollerini Marcello Mastroianni ve Sophia Loren'in paylaştığı ''A Special Day'' filmindekine benzer bir çatı sahnesi bu filmdeki çatı sahnesini çok andırıyor.Çatıda çamaşırlarını asan karakterler Reha Erdem'in ''Korkuyorum Anne'' filminde de mevcut.Bu planı kullanan her üç filmin başka bir ortak noktası ise bol ödüllü filmler olmaları).




Filmin ikinci kısmı ise Muhsin Bey'in hesaplaşma sahneleriyle geçer.Hapishaneden çıkan Muhsin Bey bir çok şeyin değiştiğini görür.Uğruna hapislere düştüğü Ali Nazik onu karşılamaya bile gelmez.Oturduğu ev bile değişmiştir.Tüm İstanbul baştan inşa edilmektedir ve tüm o eski rum evleri de içindekilerle birlikte tarihe karışmaktadır.Gözü gibi baktığı çiçekleri ölmüştür.Eski dost hatırına yanına aldığı yardımcısı Osman Cavcı da azılı düşmanı Şakir'in yanında almıştır soluğu.Düşkünler evindeki Afitap hanım da ölmüştür.İstanbul arabeske teslim olmuştur.Onun için plaklarının da bir önemi yoktur artık.Onları da bırakır.Tüm bu hayal kırıklıklarına rağmen,Muhsin Bey yine vakurdur,yine dimdik ayakta kalmasını bilir.



Ve Ali Nazik'i görmek için yanına gittiğinde onu ipek 'göyneğiyle' tıpkı İbrahim gibi arabesk okurken görür.Sonra kulise girer.Kuliste Ali Nazik'i Sevda hanımı azarlerken bulur.Ali Nazik ise, artık o saflığından hiç eser kalmamış,tamamen dejenere olmuş bir Ali Naziktir artık.Ali Nazik ,Muhsin Bey'in hiç bir emanetine sahip çıkmadığı gibi kendisine bunca iyiliği dokunmuş adamın kadınına da göz koyabilmiştir.Muhsin Bey'in neden sorusuna cevaben ''kendimi kurtarmam lazımdı agam'' demesi üzerine filmin belki de en vurucu anı olan, Muhsin Bey'in ''kurtardın mı bari'' derken ki bakışı bizi derinden sarsar.Muhsin Beyin bu andaki bakışı çok şey anlatır.Küskün Muhsin Bey arabasına binip,çekip gitmek üzereyken,Sevda Hanım küçük kızıyla beraber yetişir ona.Anlarız ki Turgul,karakterinin bu kadar acı çekmesine dayanamamıştır.Ona ve bize bir yudum umut bahşetmiştir.




Sinefil Köşesi :  


Muhsin Bey her yönü ile ilginç ve özel bir film.Filmin çekilme hikayesi de bunu doğrular nitelikte.Filmin,üzerinde uzun yıllar çalışılmış bir senaryonun ürünü olduğunu düşünüyorsunuz mesela (en azından ben kendi adıma böyle düşünmüştüm) ama öyle değil.
Şener Şen'in ilginç bir yeşilçam serüveni vardır.Ali Şen gibi usta bir karakter oyuncusunun oğlu olmasına rağmen uzun yıllar biz Şener Şen'i filmlerde figüran olarak seyrederiz.Şener Şen'in kaderi Hababam filmleri ile Arzu Film bünyesine girmesiyle değişecektir.Artık o efsane yönetmen Ertem Eğilmez'in kanatları altındadır.Ertem Eğilmez oynattığı komedi filmleri ile onu,babası gibi güçlü bir karakter oyuncu seviyesine çıkaracaktır.
Yıllar sonra çekilen 'Züğürt Ağa' filmi ile Şener Şen'in ne denli usta bir oyuncu olduğu anlaşılacaktır.(Züğürt Ağa filminde Şener Şen salt komedi hariç işlerde de başarılı olabileceğini ilan etmiştir).
İşte bu filmden sonra Ertem Eğilmez,Şener Şen'in o diğer tarafını ortaya koyacak bir film çekmek ister.Yine Ertem Eğilmez ekolünden Yavuz Turgul yapılacak olan bu Şener Şen'li film için görevlendirilir.Bu film o güne değin başarılı senaryolara imza atmış olmanın dışında pek bir tanınırlığı olmayan Yavuz Turgul için de bir dönüm noktası olur.Turgul'un filmi çekmesi için çok fazla vakti yoktur.Aklında ise sadece 'müzik organizatörü' fikri bulunmaktadır.Film,sıkıntılı geçen bir setin ardından tamamlanır.Ne var ki bu film Şener Şen'in deyimiyle ''onun en az iş yapmış olan filmi'' olur.Filmin az iş yapmasında elbette dönemin de etkili olduğu düşünülebilir fakat film o dönem entellektüel çevrelerde de pek yankı bulmaz.
O devir,vhs kaset satışlarının rekor kırdığı video dönemidir.Film işte bu kaset satışları ile farkındalık yaratmayı güç de olsa başarır.Filmin farkedilmesindeki bir diğer unsur ise ünlü yönetmen ''Elia Kazan'' ın filmden çok etkilenmesi ve filmin Antalya Altın Portakal'dan en iyi film dahil ödüllerle dönmesi olur.Film 'San Sabastian Film Festivali'nden de ödül alacaktır.
Şener Şen'in oyunculuk kariyerinin bu noktaya gelmesinde bu filmin önemi göz ardı edilemez.Yavuz Turgul-Şener Şen ikilisi bu filmden sonra ''Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni'',''Gölge Oyunu'' gibi saygınlık uyandıracak işlerin ardından asıl patlamayı ''Eşkıya'' filmi ile yaparlar.Birliktelikleri bu filmden sonra da her birisi büyük yankı uyandıran ''Gönül Yarası'',''Kabadayı'' ve son olarak ''Av Mevsimi'' gibi işlerle bugüne değin sürmektedir.
Yavuz Turgul'un hemen hemen tüm filmlerinde bu filme dair bir iz görmek de mümkün aslında.Filmlerindeki eski-yeni karşıtlığının belki de en rahatça gözlenebildiği filmdir.Filmi bu kadar güzel kılan unsurlardan birisi de bir zamanlar sahip olduğumuz güzel değerlere bir saygı duruşu niteliğinde olması (Müzeyyen ablalardan Safiye Ayla'ya kadar bir çok değer bu filmde anılıyor) ve biz de yoğun bir nostalji  duygusu uyandırmasıdır.
Filmi güzel kılan unsurlardan bir diğeri ise eski yeşilçam filmlerinde görülen bir sıcaklığa sahip olması.Özellikle o filmlerdeki mahalle hayatı tasvirini çok güzel işlemesi.
Yavuz Turgul da zaten yeşilçam geleneğinden gelen birisi ve bunu günümüz sineması ile harmanlayabilmesi kendisini özel kılıyor.
Film,başka bir yeşilçam mucizesi olarak adlandırabileceğimiz ''Ah Güzel İstanbul'' filmi ile bir çok yönden benzerlik içerir.
Her iki filmin baş karakterlerinin krem rengi pardesü ve fötr şapka giymesi türü benzerlikler değil söylemek istediğim.İki filmde de İstanbul beyefendisi karakterler yozlaşmaya karşı tek başlarına mücadeleye giriyorlar ve her iki filmin de asıl başrolü ''İstanbul''.
Muhsin Bey filmi ,geçtiğimiz günlerde aradan geçen 25 yılın ardından oyuncuların ve teknik ekipten kişilerin olduğu bir panelde anıldı.
Özellikle Uğur Yücel ''hala bu filmden ekmek yiyorum'' diyerek kendisi için bu filmin ne denli önemli bir film olduğunu  vurgulamış.Gerçekten de bu film Uğur Yücel için önemli dönüm noktalarından birisidir.Yücel, bu işi gururla hatırlayacağı işler arasında sayar .Uğur Yücel,Ali Nazik karakterinin doğasını anlamak için gittiği Urfa'dan çok etkilenecektir.Bu film sonrasında Uğur Yücel komedyenlikten,oyunculuğa geçiş yapar ve sonrasında ise şimdiki ''Uğur Yücel'' olur.
Şener Şen,Muhsin karakterinin değişime ayak uyduramayan bir karakter olduğunu söyler.Yavuz Turgul'da Muhsin Bey ve Ali Nazik arasında bir seçim yapmaz ve hatta Muhsin Bey karakteri için ''ne salak herif be'' lafını bile söylediği rivayet edilir.Her ne kadar kendi adıma da Muhsin Bey karakterini beceriksiz ve saf bulsam da,bu kadar sevdiğimiz bir karakterin;onun yaratıcısı tarafından bu şekilde tanımlanması doğrusu pek hoşuma gitmedi.
Sevenlerine müjde olarak,paneldeki ekip filmin restore edileceğini ve dvd'sinin çıkacağını bize muştuladılar.Geç bile kalındı bence ...
Bir de bu filme bakıp hala Muhsin Bey karakterini sevemeyen zümre ile ayrı dünyaların insanları olduğumuzu kabul etmek durumundayım zira ben bu karakteri severken politik davrandığımı düşünmüyorum.Zaten bana göre Muhsin Bey karakteri ile Baran karakteri arasında kişilik bakımından pek fark yoktur.İkisi de ''insan''dır çünkü.İkisinin de en önem verdiği ortak duygu 'vefa'dır.
Filmin,Atilla Özdemiroğlu tarafından yapılan müzikleri de şahanedir bu arada.Filmin dvd'si çıkarken,özellikle tema müziğinin düzgün bir şekilde içeriğe alınmasını rica edeceğim çünkü deli gibi aramama rağmen düzgün bir kaydına ben rastlayamadım.
Filmde Uğur Yücel'in şahane yorumladığı ''evlerinin önü boyalı direk'' türküsü yıllar sonra tekrar popüler hale gelecektir.
Son olarak filmdeki Sevda Hanım ile (Sermin Hürmeriç) ile Şener Şen,bu filmde tanışır bir süre evli kalırlar.




 Replikler : 


“çiçekler ölmüş.. hepsi. eskiden bir yer ayarlardın güneşi iyiyse yerini de sevdiyse ne biçim açardı. şimdi güneş aynı, ışık aynı, yer aynı… suni gübre istiyorlar, 1-2 gr potas koyunca bir coşuyor namussuzlar ama sonra… ölüyorlar.”




Sönmez Yıkılmaz: Merhaba Muhsin abi.
Muhsin Bey: Vay naber Sönmez Yıkılmaz.
Sönmez Yıkılmaz: Çok iyi abi. Başrol oynıycam.
Muhsin Bey: Bravo maşallah en nihayet ha? Şöyle içinde aşk olsun, aşk.
Sönmez Yıkılmaz: Yok abi Rambo’yu çekiyoruz.
Muhsin Bey: Rambo da kim?
Sönmez Yıkılmaz: Amerikalı var ya. Onun filmi. Stallone!
Muhsin Bey: Allah allah bizim konulara kıran mı girdi?




Muhsin Bey - arabesk okuyorsun.
Ali Nazik - hea türkü arabesk karışık. halk istiyor.
Muhsin Bey - bok herif.






Muhsin Bey : nasılsınız bakalım? suyu görünce kendinize geldiniz değil mi? efendim?.. ne dediniz? peki başüstüne. bir daha müziğinize zamanında başlarım... ya siz? siz nasılsınız sevda hanım? bunlar duymasın ama safiye ayla'yı sizin için çaldığımı bilin. size özel bir ilgi duyduğumu bilmenizi isterim...


(çiçeklerle monolog)




Ali Nazik : agam kusura kalma kendimi kurtarmam gerekti
Muhsin Bey : ...kurtardın mı bari?




En Güzel An : Muhsin Bey'in çiçekleri ile konuştuğu tüm sahneler.


En Olmuş Yeri: Şener Şen'in oyunculuğu çok üst düzey.


En Olmamış Yeri: Sönmez Yıkılmaz'ın , Madam Agavni'yi kira konusunda sürekli ikna etmesi.(Türk filmlerinde sıkça gördümüz üzere,azınlık kadın karakterlerin hafif meşrep görülmesi geleneği maalesef burda da devam etmiş). Halbuki Madam Agavni karakteri gerek vefa duygusuyla,gerekse de sokak hayvanlarını beslemek gibi ince ayrıntılarla iyi düşünülmüş bir karakter.


En Sürprizli Yeri:Sevda Hanım'ın son sahnede Muhsin Bey'e katılması.

























3 Aralık 2011 Cumartesi

One Flew Over the Cuckoo's Nest (1975)



Türkiye'de Guguk Kuşu adıyla bilinen film beat kuşağının önemli temsilcilerinden Ken Kesey'in 1962 yılında çıkan,klasikleşmiş aynı isimli romanın bir uyarlaması aslında.Hem romanı izleyen hem de filmi izleyen kesim her ne kadar romanın daha başarılı olduğunu söyleseler de (hep öyle değil midir zaten),karşımızda imdb en iyi film top list sıralamasında ilk ondaki yerini sürekli koruyan ve akademinin 5 oscar heykeli ile ödüllendirdiği bir başyapıt var.
Filmin yönetmeni sevenlerinin 'Hair' filmiyle de hatırlayacağı Milas Forman.Oldukça ünlü bir çok ismin yer aldığı filmin başlıca rollerinde ise Jack Nicholson (en sevdiğim beş aktörden biri) ve Louise Fletcher bulunmakta.
Film Jack Nicholson tarafından canlandırılan McMurphy adlı karakterin etrafında dönüyor.McMurphy işlediği çeşitli suçlardan (reşit olmayan kızlarla cinsi münasebet gibi) yırtmak için 'deli' rolüne bürünmeyi seçen aykırı ve bir o kadar da arıza bir karakter aslında.Hayattan zevk almayı düstur edinmiş bu adama yanlış bir adam olduğunu bildiğimiz halde daha ilk dakikadan itibaren sempati ile bakıyoruz çünkü bu adam sistemin kendisine dayatmış olduğu genel ahlak kurallarını hiçe sayan ve içimizdeki anarşist ruhu ortaya döken ve tabi doğal olarak çok da eğlenceli birisi.
Bu aykırı adam kendisini bir şekilde akıl hastanesine attırmayı beceriyor ve filmimiz de tam burada başlıyor.Dünyanın küçük küçük bir çok sistemin birleşimiyle oluştuğunu var sayarsak (mühendis kafası böyle der) ,akıl hastanesi de kendi içinde bir sistemdir aslında.McMurphy ise bu sistemin dışında kalması gereken birisidir.
Filme dönecek olursak;McMurphy kısa sürede akıl hastanesindeki ortama alışmada bir güçlük çekmez.Oradaki hastalarla hemen kaynaşır.Her birisi nevi şahsına münhasır olan bu hastalar pek de eğlencelidir.
McMurphy nasıl akıl hastanesinde ayrıksı ve sistem dışı duruyorsa oradaki hastalarda dışarıdaki sistem karşısında öyle görünmektedirler aslında.Dışarısı kendi sistemine uymayanları 'deli' etiketiyle akıl hastanesine yolluyorken,bu filmde tam tersi bir durumda izlediğimiz McMurphy'i acaba hangi akıbet beklemektedir.
McMurphy akıl hastanesi dinlemez ve dışarıdaki hayatını burada da sürdürmeye karar verir.Delilere kumar oynatıp,paralarını almak gibi bir yığın aktivite onu hastanenin baş hemşiresi olan Louise Fletcher ile karşı karşıya getirir.Baş hemşire burada aslında tam olarak sisteme karşılık gelmektedir.Koyduğu yasaklarla ve otoritesiyle sistemin çalışması için elinden geleni de yapar.
Filmin bir yerinde McMurphy televizyonda beyzbol maçını izlemek istiyor.Baş hemşire ise saatin dolduğunu belirtip ona engel oluyor.Özgürlüklerin -kılıf uydurularak- nasıl kısıtlanabileceğini ve otoriteye karşı koyma konusundaki pısırıklığın insanı temel haklarından nasıl mahrum bıraktığını görme adına çok güzel bir sahne izliyoruz burada.Buna rağmen McMurphy kapalı televizyonun karşısında,tıpkı karşısında oyuncuları görüyormuşçasına maçı diğer delilere büyük bir coşkuyla anlatmaya başlar.Baş hemşirenin otoritesini sarsmaya yönelik bu hareket başarılı olur.Bazen küçük bir kıvılcımın bile çok kuvvetli olduğu sanılan sistemleri sarsabileceğini görmek adına izlenebilir bu kısım.
McMurphy delileri tekne turuna çıkarmak,onları yemek ve bir çok konuda isyana teşvik etmek ve hastaneye kadın atmak (yuh artık) gibi bir dizi provokatif eylem içerisinde bulunur.Tüm  bunların bedelini hem o hem de diğer hastalar ağır bir şekilde öderler filmin sonunda.
Film bize sistem karşısında bireyin önemsizliğini anlatmaktadır.Mesela hastane yönetiminin amacının hastaları iyileştirmek olmadığını,bunu görünürde sağlıyormuş gibi yapıp asıl amaçlarının insanları sisteme bir şekilde entegre etmeye çalıştıklarını görürüz.
Psikoloji biliminin bazen çok masumane bir şekilde kullanılmadığı (elektro şok ve frontal lobotomi gibi uygulamalar) da es geçilmemiş.
Baş karakterimizin hazin sonunun nedenine gelirsek; onun ne içerdeki sistemle ne de dışardaki sistemle uyumlu olamayışı onun sistem tarafından yok edilmesini gerektirir çünkü sistem kendisini bu şekilde korur.Diğer akıl hastalarına bakarsak onların her ne kadar dışarıdaki sistemle sorunları olsa da sonradan kendilerine kabul ettirilmiş olan diğer sistem karşısında seslerini çıkarmazlar ya da çıkaramazlar.
Sistem karşısında kaybetmek istemiyorsak öyle olmasak bile 'uysal koyun' gibi davranmamız gerektiğini de alt bir mesaj olarak alırız.
Filmin incelenmesi gereken,önemli rollerden birisi de konuşmayan,bilge kızılderili karakteri.Onu McMurphy den ayıran şey ise,McMurphy gibi mücadele etmek yerine susarak kendisini koruyor.En son çare olarak da doğa ya karışıp bize filmin umut unsuru olarak sunuluyor.
Foucault'un tezlerinin haklılığını ki Tezer Özlü'de olduğu üzere sizi bunalımlara sürüklemeyecekse, görmek adına da film izlenebilir.
İnsanları korkuyla zaptetmeyi amaçlayan,onları bir şekilde sistemin çarklarından birine dönüştüren,farklılıkların kati surette ezildiği bir dünyayı anlatıyor özde film.Size de tanıdık geldi mi burası ?

Sinefil Köşesi :


En Güzel An: McMurphy hastaneden kaçmak için kendince bir yol bulur.Musluğu yerinden sökecektir.Çok çabalar ama başaramaz.Kendisiyle alay eden diğer delilere dönerek: ''Siz delilerden hangisinin cesareti var? ben en azından denedim.'' der.

En Olmuş Yeri: Başta Jack Nicholson'unki olmak üzere hemen hemen tüm oyunculuklar çok iyi.Baş hemşire, soğuk nevale halleriyle o kadar iyi bir performans ortaya çiziyor ki sinema tarihinin en nefret edilen kadın karakterlerinden birisi oluyor gözümde.Deliler arasında da özellikle Mr Çizvik karakteri oldukça eğlenceli.

En Olmamış Yeri: Çok zorlayacak olursak,daha işlevsiz bir roldeki hemşire karakterini düşünüp niye oraya koymuşlar ki gibi bir soru aklımıza gelebilir.

En Sürprizi: Danny De Vito,Christopher Lloyd (Geleceğe dönüş serisinin çılgın profu) ve Vincent Schiavelli (Hayalet filminin metro sahnesinde görülen korkunç hayalet) gibi aktörleri hiç görmediğiniz kadar tıfıl hallerinde görebileceksiniz.
http://www.youtube.com/watch?v=NN1cCviBXmY

2 Aralık 2011 Cuma

nasıl anlatsam,nerden başlasam

Hasbelkader kendimi iyi bir sosyal medya kullanıcısı saymama rağmen, blog olayından itinayla kaçınıyordum.Bunun nedenini de şöyle açıklayayım:
Efendim; facebook ve twitter benzeri popüler sosyal medya araçlarına baktığınızda bunların aslında bir nevi 'suya yazı yazmak' olduğunu görürsünüz.
Örneklemek gerekirse facebook ve twitter daha sonra hatırlamayacağınız sıradan bir diziye benzer.Demek istediğim, insanlar sizin orada yazdıklarınızı ve o anki ruh halinizi pek de önemsemezler aslında.Onların sadece vakit geçirmek için takıldığı ve anlık duygularını deşarj etmeye çalıştıkları mecralardır buralar işin özü.Tüm yazdıklarınızın ya da paylaştıklarınızın, toplamında sadece size (buradaki siz ne kadar sizsiniz orası tartışılır tabi) kabataslak bir imaj kazandırmaktan başka amacı yoktur.
Örneklemeye aynı yol üzerinden gideceksek blog yazarlığı diziden ziyade bir 'author' yönetmenin çektiği sinema filmine benzer.Yani kişinin blog'u kendini tüm çıplaklığıyla yansıtmalıdır.İşte bunu düşündüğüm içindir ki ben blog yazmaktan hep korktum.Günlük dahi yazamayan,yazsa bile sonra hemen yırtan birisiyim zira .Mesele kendim olunca hafiften acımasız olabiliyorum üzerinize afiyet.Ama çook sonra anladım ki ben bu blog olayını da haddinden fazla ciddiye alıyormuşum.Bir de burada kendi yaşadıklarımı yazmaktansa, yazmak istediklerimi yazabileceğimi yeni yeni keşfettim.Ve bu beni rahatlattı...
Ben burada daha çok takıntılı olduğum konular hakkında yazacağım.Az bilinen şeylere karşı olan meyyalim konu seçmemde ana etken olacak.İpucu vermem gerekirse taptığım filmlerden,90 lara,sevdiğim kadınlardan,retro hayranlığıma kadar bir çok konu hakkında yazmayı düşünüyorum.
Bir de söz.Hiçbirisi bu yazı kadar sıkıcı olmayacak :)